Genel

Üçüncü Kulak

Her zamanki gibi havaalanına erken gelmişlerdi. Haftanın ilk günü ve sabah saatleri olması nedenli, etraf bir yerlere yetişmeye çabalayan insanlar ile doluydu ve çok kalabalıktı.

Bekleme salonundaki gri renkli, ancak iki kişinin sıkışarak sığabildiği demir ve sahte deri karışımı malzemeden yapılmış, rahatsız koltuklardan birine oturdular yan yana. Kız valizi çıplak bacaklarının altına aldı ve boylu boyunca uzattı ayaklarını; belinin rahat ettiğine emin olunca da siyah kulplu, çok fermuarlı sırt çantasından kitabını ve müzik dinlemek için telefonunu çıkarttı. Her zaman alışık olduğu ve en son dinlenenlerde yarım kalmış hafif bir okuma müziği açtı, kulaklığın tekini sağ kulağına yerleştirirken, diğer kulaklığı sevgilisine teklif edercesine uzattı. Adam istemediğini belli etmek için çenesini hafifçe yukarı kaldırdı, elini kadının bacaklarından kendine yakın olanına koydu ve başını camdan tarafa çevirip, uçakların iniş ve kalkışını hipnotize olmuşçasına izlemeye devam etti. 

Bir uçak havalanırken, diğeri hiç zaman kaybetmeden yere iniyordu sanki. Bu döngü bir süre devam ettikten sonra kız kulaklığının tekini çıkartıp, kendisini uğurlamaya gelen adamın esmer yüzüne baktı. Ve sanki ‘Aç mısın?’ ya da ‘Saat kaç?’ kadar tok ve gündelik bir ses tonu ile ‘Beni özleyecek misin?’ diye sordu şak diye. 

Adam bekleme salonundaki gri renkli, ancak iki kişinin sıkışarak sığabildiği demir ve sahte deri karışımı malzemeden yapılmış, rahatsız koltuklardan birinde yan yana oturduğu ve gözlerini kendisine dikmiş kadına baktı, eş zamanlı bir omuz silkme ve dudak bükme hareketi sonrası, benzer bir ton ile ‘Tüm gün birlikteyiz ya, aynı evin içinde.’ diye yanıtladı sorusunu. 

Kız diğer kulaklığı da çıkarttı ve üstelemeye devam etti. İstediği cevabı alamamıştı besbelli. ‘Tamam da aynı evin içinde olmayacağız işte bir süre. Bu nedenle soruyorum: Beni özleyecek misin?’

Adam dışarıdan belli belirsiz hissedilen fakat kendi içinde derin bir nefes aldı. Bir an önce bu sıkıcı konunun kapanmasını istiyor ve uçaklarının iniş kalkışını izlemek, rutinine dönmek için sabırsızlanıyordu. ‘Özlerim tabii, neden özlemeyeyim. Sonuçta karımsın.’ dedi. ‘Oralarda bir şeye ihtiyacın olursa ara.’ diye de ekledi. – Sanki kilometrelerce uzaktan kadının herhangi bir ihtiyacına çözüm bulabilecekmiş gibi, laf! –  

‘Özlerim tabii, neden özlemeyim. Sonuçta karımsın. Oralarda bir şeye ihtiyacın olursa ara.’  

Kadın, sakinleştirici okuma müziği çalan beyaz kulaklıklarını tutan elini, çıplak güneş yanığı renkli bacaklarının üzerine koydu. Adama baktı. Baktı. Baktı. Sanki adamın yüzünün tüm çizgilerini, ergenlik lekelerini, benlerinin yerini, kıvırcık sakallarının şeklini ezberliyormuş gibi uzun uzun baktı. Sanki bu onu son görüşüymüş gibi baktı cama çevrili adamın yüzüne. 

Uçağın saatinin geldiği anonsu duyuldu bu sırada karaktersiz salonda. Kız önce valizin üzerinden tek tek bacaklarını indirdi, sonra sırası ile çantasının arka cebine kitabını ve kulaklığını, ön cebine de kolay ulaşabilmesi için telefonunu yerleştirdi. Ayağa kalktı, sakince adamı yanağından öptü. ‘Seni özleyeceğim canım’ dedi, dudaklarına yıllar önce yerleşmiş ve hayata karşı hep takındığı hafif yandan gülümsemesi ile. Eşyalarını aldı, ikinci güvenlikten tek başına geçti ve başka bir ülkeye doğru hareket etmek için sıraya girmiş insanların en arkasında yerini aldı. Yerler halı kaplıydı, ilk kez fark etti. Sırası gelince az önce rutin olarak hareket eden uçaklardan birine girdi ve elinde tuttuğu kırmızı beyaz renkli bilette yazan koltuğuna oturdu. 

İndiğinde hava kararmaya başlıyordu, otel odasına girdiğinde ise bayıldığı şehrin sokakları ışıl ışıldı. Kalbinde var olan huzursuzluğu meşrulaştırmak niyetiyle çantasından defterini ve avcuna tam oturan neftin yeşili dolma kalemini çıkarttı. Yorgunlukla kendisini yatağa bıraktı. Bembeyaz, mis gibi deterjan kokan, pofuduk yastıklı yatağına gömüldü ve ‘Ah be adam!’ diye yazdı ilk cümleyi deftere.

Ah be adam!

Sen beni hiç anlamadın ki.. Beni, içimden geçeni.. Kalbimi hiç görmeye çalışmadın ki. 

Maalesef senin en büyük eksikliğin kelimeleri hep, salt sözlük anlamları ile algılaman. Asla o sözcüklerin arkasında başka ne gibi anlamlar gizli olabileceğini düşünemiyorsun. Ben sana, ‘Beni özleyecek misin?’ diye sorduğumda düşünebilmen gerekirdi ki, özlenmek demek hatırlanmak, umursanmak, terk edilmemek demektir. O soruyu koketçe sormamıştım herhalde. Düşünebilmen gerekirdi ki, bu kadının bilmeye, ilgiye, birinin onun yanına olacağını kalbinde hissetmeye ihtiyacı var. Ayrıca ‘karın’ olduğumu ve ‘aynı evde yaşadığımızı’ ben de biliyorum elbet. Ben o sırada bambaşka bir şey soruyordum sana.. 

Telefonu çaldı, bir heves kalktı yazı yazdığı yatağından. Ekranda yazan isim annesi idi. Açmadan derin bir nefes aldı ve her zamanki coşkulu sesi ile ‘Merhaba annem’ dedi, ‘Evet evet, ben çok iyiyim. Her şey yolunda, yolculuk süreci de çok konforluydu, hiç merak etme. Burası çok güzel biliyor musun? En son seninle geldiğimiz gibi ışıl ışıl yine şehir!’ diye nefes dahi almadan tüm detaylarıyla anlatmaya girişti.  

Telefon bitti. 

Yazdığı sayfanın sonuna geldi. 

Ve kadın defalarca geldiği ve her seferinde de çok sevgi ile yaşadığı bu şehrin gökyüzünün altında, daha önce hiç uyumadığı bir yatakta, tek başına gözlerini kapattı. ‘Belki başka bir hayatta..’ diye mırıldandı kendi kendine mis gibi yatakta uykuya kendini bırakmadan önce. 

Mayıs ayı, saat altı suları. Kaş.
Sabah kahvaltısından önce. Kuş sesleri duyuyorum uzaktan. Çarşaf gibi bir denizin kenarında; yalnızım. 


(Bu mektup bir kitapta okunduktan sonra, onun inhamı ile bu yazı yazılmıştır. Mektubun büyük bir parçası yazıda aynen kullanılmıştır.)

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial