
Yağmur
Mayıs ayının sonlarına doğruydu; şiddetle cama vuran yağmur damlalarının sesine uyandım. Şakır şakır su sesi! O güzelim rüyamdaki hiç durmadan akan büyüleyici sular gibi…
Öyle güzel yağıyor ki yağmur! Her yer, tüm mahalle, tüm şehir, tüm ülke temizleniyor sanki. Al eline koca bir fırça, tüm ülkeyi foşur foşur yıka! Tüm pislik, tecavüz, şiddet, kahrolası ekonomi, kokuşmuş zihniyet hepsini yuma. Hatta çitile; pislikleri birbirine karışsın sonra da kendi içinde boğulsun; sonuçta dünya mis gibi, tertermiz bir yere dönüşsün.
Su sesini duyunca ne uyku kaldı bende ne de rüya! Fırladım yataktan; şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemez haldeyim. Yıllar sonra resmen ve gerçekten şahane bir yağmur bu! Artık insanlığın cezalandırılması bitti mi ne?
Bu lanetin tam olarak ne zaman başladığını söylemem çok zor. Zira yavaş yavaş başladı, tıpkı bir kurbağanın sıcak suya alışması gibiydi her şey. Biz dünyanın dengesi ile oynadıkça, önce uyardı bizi fakat biz umursamadık. Sanki sonsuz bir kaynak var ve bizi, bizden sonrakini, hatta ondan sonrakini bile yaşatır sandık. Hata yaptık!
Bir insana vur bakalım. İlk vuruşta belki şaşırır, tepki veremez. Sonrakine akıllanır o da sana vurur. Sen arsızca üçüncü kez vurmaya kalkışırsan da ya senin ellerini bağlar ya da kendi oradan kaçar. Bizim dünyamız öyle şefkatliydi ki hepsini denedi, bizim tüm hoyratlıklarımıza sakince sinyaller verdi ama sonra dayanamadı kapattı kendini, küstü insanlığa. Ne güneş doğdu bir daha ne yağmur yağdı ne de yeşil açtı buralarda. O kendini kapattıkça biz daha da kötüleştik. Sonuç? Nefes alamayan insanlar, yaşadığını sanarak hayatına devam etti. Orman olmadan, taze çimen koklamadan, toprakta yürümeden yaşamayı hayat sandık.
Aman yıllar sonra gökyüzünden su damlaları akıyor, daha fazla düşünmeyeceğim geçmişi.
Banyodan plastik, şeffaf renkte bir leğen kaptığım gibi atıyorum kendimi sokağa. İçimde delice bir sevinç var, uzun zamandır hissetmediğim bir umut. Her yeri yıkayacağım bu gökten akan fağal fağal su ile. Sağanak yağmurun altında şaşkınlıkla dururken, bir yandan da çevreyi incelemeye başlıyorum. Ne yüzsüz şey şu umut! Yağmur yağdı ya, gayri ihtiyari şehrin griliğinin içinde yeşillik arıyor gözlerim. Hani bir zamanlar yağmur yağdığında mis gibi kokan, yeşilleşen, canlanan, pervasızca boynunu uzatan, capcanlı, koyu, derin bir yeşillik. Birden içimdeki su sevincine, engel olamadığım bir sızı, derin bir doğa özlemi karışıyor. Kaç yıl oldu o yeşilliği görmeyeli, bir yaprağa dokunmayalı? Zaman ne acımasız, saymayı bile bıraktığımı fark ediyorum. Zira evimin yanındaki minnacık parkta bile yeşillik yerine her yerde beton, belediyenin tahta ve paslı demir karışımı bankları var. Her sabah önünden geçerken yeşil yerine bu boktan bankı görmek zorunda olduğum için okkalı bir küfür patlatan ben, bugün ve şu an bu bankın varlığına dahi aldırmıyorum. Aldırmamaya kararlıyım. Çünkü umudum var. Yağmur yağdı ya, gerisi de gelecek. İnanıyorum ki renkler her şeye rağmen canlanacak, toprak yeniden çimen kokacak ve bu güzelim yağmur tüm o pis griyi silip atacak. Çocukluğumda şahit olduğum koyu yeşil doğa yeniden canlanacak. En güzel günler yağmurlu günlerdir, oley!
Yağmurun altında, gözlerim kapalı, kollarımı iki yana açarak dikilmek; sırılsıklam olmuş saçlarımın yanaklarıma, boynuma, bedenime yapıştığını hissetmek kadar şahane bir his olamaz. Sanki tüm bu mahalle, şehir ve ülke ile birlikte; birey olarak ben de temizleniyorum. Önyargılarım, korkularım, gelecek endişelerim, geçmişimle kavgalarım hepsi akmış gitmiş eteklerimden. Eteklerimin ucu kirlendikçe sanki ruhum temizleniyor.
Bir gözümü açıyorum ki herkes atmış benim gibi kendini sokağa. Herkesin elinde bir leğen, bir fırça. Herkes kendi evinin önünü temizleyecek. Bu sefer tüm ülkenin pisliği akacak eteklerinden. Ülkenin eteklerinin ucu kirlendikçe bu sefer içi temizlenecek sanki. Gözlerim kapalı. Üstüm sırılsıklam ve ağzımdan yüksek sesle ‘Ha gayret’ dökülüyor. Birden kendi sesimden irkilip, gözlerimi açıyorum. Bir bakıyorum ki herkes bana bakıyor. Ya da bana mı öyle geldi acaba? Yılların lanetinin tedirginliği üstüme yapışmış diye düşünüyorum ve içimden kocaman bir ‘Aman be baksınlar! Bakarlarsa baksınlar.’ geçiyor. Zira herkes sevinç içinde.. Yağmurun neşesi ile caddelerde çılgın gibi araba kullanan şoförlerin sıçrattığı çamurlu suları, yayalar kahkaha ve dans eşliğinde karşılıyor; herkes nasıl güzel bir ahenk ve anlayış içinde. Uzun zamandır hissedilen egoist ve bencilliğin yerini ortak bir neşe almış. Herkesin amacı aynı. Herkes aynı gemide ve aynı yolun yolcusu olduğunu nihayetinde anlamış. Bu pislikten sadece tek yürek, tek beden ve pür neşe olabilirsek çıkacağımızın ayrımında! Sonunda!
Aaa kahkahalarla gülen ve çocuk gibi suların içinde debelenen şu kadın yan apartmandaki huysuz teyze değil mi? Ne yapıyor böyle? Bir elinde de koyu mavi, yer yer rengi açılmış leğenini sıkı sıkı tutmuş. Bir tek o mu? Herkes bir hallerde ve herkesin bir umut ışığı gibi tutunduğu plastik, rengarenk leğenleri ellerinde.
Bunu yaşamak öyle hoş bir şey ki! Çünkü böyle bir beraberlik havası bugüne kadar, ancak ortak bir düşman söz konusu olduğunda oluşurdu. Mesela bizi mahvetmek isteyen düşman güçler ya da bizi bölmek isteyen başka ülkeler ya da düşman bir futbol takımı. Bizim dışımızda herkes zaten düşman, herkes bize karşı; çünkü bizi kıskanıyorlar! – Bizim gibi ‘lanetlileri’.
Yok, düşünmeyeceğim bunları. Yeter. Bir adım geriye götürüyorum düşüncelerimi. Nerede kalmıştım? Ah evet! Salt yağmur yağdı diye böylesine arsızca yaşama sevinciyle dolan insanların birbirine kenetlenmesi harika bir şey!
Tam bu düşünce karmaşamın arasında bir hareketlenme oluyor mahallede. Az önce mutluluktan çığlıklar atan insanların bazıları ‘Tutun, tutun yakalayın, kaçıyor!’ diye bağrışıyorlar. Herkesin koştuğu tarafa bakıyorum, minik bir kedi yavrusu. 1-2 aylık var yok. Kulakları kocaman, burnu pembe, dünyada kapladığı yer avuç içi kadar. O da susuzluğunu gidermek için herkes gibi ortaya çıkmış. Ellerinde umut niyetine sıkı sıkıya tuttukları leğenleri ile dünyayı temizleyecek mahallenin insanları kahkahalar arasında yakalıyor minnacığı.
Sanki o an karnıma ‘gumb’ diye bir gülle yiyorum. Kanımın donduğunu hissediyorum. Gözlerimi kapatsam çığlık, açsam görüntü içimi parçalıyor. Ne yapacağımı bilemez haldeyim. Yapmayın, ne olur; hiç değilse dünyayı yıkayacağımız, tertemiz yapacağımız bu yağmurlu, güzel günde yapmayın. Ne olur inancımız olsun, bugün farklı olsun. Yıllar sonra ilk kez yağmur bizi onurlandırmış, bari bu umut dolu başlangıç gününde yapmayın. İçinizdeki şeytanı dizginleyin, biraz olsun tutun onu, kontrol edin.
Ben bu düşünceler ile boğuşurken, şeytanlardan biri miniğin kafasını tutuyor, çarpıyor yere beş yüz gramlık bedenini. Tüyleri ıslanıyor kedinin, sokağın çamuruna bulanıyor. Beyaz tüyleri siyah olmuş minnacığın. Sonra var gücüyle kafasına bastırıyor şeytan, 45 numara koca ayaklarıyla. Bir yandan bastırıyor, bir yandan da zafer naraları mahalleyi kaplıyor. Az önceki sevinç çığlıklarının yerini, şeytan sesleri kaplıyor.
Bu arada yağmur henüz görmedi galiba yaşananları, yoksa hala yağar mıydı böyle tüm şiddeti ile? Gökyüzüne bakan yüzümü yere indiriyorum. Minnacığın kafası, bedeni kanlar içinde. Siyahın yerini kızıl renk almış bu sefer de. İçinde durdukları berrak, şeffaf su birikintisi kırmızıya boyanıyor.
Yağmur azaldı. (Durma, ne olur durma)
Daha da yavaşladı. (Görme, lütfen görme! Bakma bu tarafa, hatta kapat gözlerini)
Artık eski şiddetinde vurmuyor evlerin camlarına, mahallenin asfaltına. (Durdu!)
Daha mı gri oldu şehir yine? (Hem ses hem de damlalar durdu.)
Midem. (Öyle küt diye, birden durdu. Herhalde görünce dayanamadı.)
Midem ağrımaya başladı yine, yıllardır geçmeyen bu kronik ağrı. (Lanetlendik.)
Su birikintileri yavaş yavaş kırmızı. (Yıllardır insanlığın var olan laneti nüksedecek.)
Midem.
Ben elimde plastik, şeffaf leğenimle kalakalıyorum kocaman, gri sokağın ortasında, kırmızı su birikintilerinde.
Ellerime bakıyorum, az biraz ıslak. Yüzüme sürüyorum elimi. Sanki az önce yaşadığım o güzel anının varlığını kendime kanıtlamak istercesine.
Sonra yılıyorum. Anlıyorum nasıl bir yerde yaşadığımı ve neden lanetlendiğimizi.
Yorgun adımlarla eve geri dönüyorum.
Ev, yıllardır varlığına sığındığım dünyam.

28 Mayıs, Cuma.
Olimpos. Yeşillikler içinde bir bahçedeyim.
Çimenler ıslak. Yerlerde leğen niyetine hayvanlar su içsin diye kilden kaplar var.
Evim uzak. Geri dönmeyeceğim eve.