
‘Positive’ Her Zaman İyi Bir Şey Olmayabilir
Bu blogu açmaya karar verdiğimde yazmak ve paylaşmak istediğim bir sürü konu vardı. Bazıları kendi yaşadığım hayata dairken bazıları ise hayallerim ile ilgiliydi. Aktarmak, anlatmak için çok hevesliydim hepsini bir an önce. O kadar fazla konu vardı ki, bir süre sonra unutmamak için başlıklarını ve birkaç cümle ile içeriğini defterime not almak zorunda kaldım. Bugün arkama dönüp baktığımda yaptığım plana gülümsüyorum çünkü bu yazının uzun zamandır sıra bekleyen bir sürü içerik ile uzaktan yakından alakası yok! Öyle ki bir anda her şeyin önüne geçen bir gündemim oldu hayatımda; COVID POSITIVE!
Aşağıda hasta olduğum(uz) ve karantina kaldığım(ız) 14 gün boyunca her akşam kaleme alınan bir COVID günlüğü okuyacaksınız. Bu günlük bilgilendirme ile amacım, bu kadar bilgi kirliği ve spekülasyonun olduğu corona virüsü konusunda tamamen birinci ağızdan süreci ve uygulanan tedaviyi naçizane olarak anlatmak. Buradaki hiçbir bilginin tedavi ya da yönlendirme amaçlı olmadığının altını çizmek istiyorum. Haydi başlayalım📝
Birinci Gün: Hem hafta sonu olduğu hem de Ankara’nın artan vaka sayıları nedenli diğer günlerden farksız olarak neredeyse tüm günümü evde, kitap, biraz çalışma, yoga ve film ile geçirdim. Akşam saat altıdan sonra kitabımı alıp, kanepeye gömüldüğümde sırtımda terleme ve ateş hissetmeye başladım. Birkaç gün önce market alışverişi nedenli dışarı çıkarken, banyodan sonra saçımı kurutmadığımı ve arabanın klimasını sonuna kadar açtığımı hatırladığım için her zamanki sinüzit / soğuk algınlığı vakalarımdan biri olarak yorumladığımdan, çok da üzerinde durmadım. Bir süre sonra şakaklarımda zonklama ve omuzlarımda kas ağrısı hissetmeye başladığımdan, soğuk algınlığım (!) artmadan bir Nurofen aldım ve erkenden yattım. Ne yazık ki gece bir türlü tam uykuya geçemedim çünkü aralıklarla vücudumu germe, kaslarımı esnetme, özellikle sırtımı ve bacaklarımı egzersiz ile rahatlatma ihtiyacı hissettim.
İkinci Gün: BERBAT! Uyandığımda berbat durumdaydım. Sanki saatlerce tekme tokat dayak yemişim gibi tüm vücudumda tarifsiz ağrılarım vardı. Saç kökümden, ayak ucuma kadar her bir noktama iğneler batıyordu. En kötüsü ise gözümü açamıyordum; eve giren gün ışığı ya da herhangi bir ışık sanki gözlerimden giriyor ve şiddetle beynimin içine yansıyordu. Gözlerimdeki bu tarifsiz ağrıya ek olarak, sanki başımı, şakaklarımı, boynumu da mengene ile acımasızca sıkıştırıyorlardı. Özellikle sırtım, belim ve omuzlarımda korkunç bir ateş vardı. Sanki bedenim hem alev almış yanıyor hem de iğneler ve mengenelerle işkence görüyordu.
Evdeki tüm perdeleri sıkı sıkıya kapattım, gözüme uyku maskesi taktım çünkü bulunduğum ortamda herhangi bir ışığa asla tahammül edemiyordum. Halsizlik ve ağrıdan dolayı yataktan kalkamamama rağmen, kendimi zorlayarak dayanabildiğim kadar sıcak suyu ile başıma, sırtıma, boynuma ve omuzlarıma masaj yaptım. Ağrılarıma en iyi gelen ilaç bu kaynar su oldu açıkçası. Tüm günü karanlık bir odada, uyku gözlüğü ile yatarak geçirdim; yemek yiyecek ne halim ne de iştahım vardı. Zaten ayağa kalkamadığım için de tüm gün boyunca yediğim tek şey bir parça ekmek ve tuzlu peynir oldu. Akşam Cem gelince onun zorlaması ile biraz çorba içebildim. Bu ağrılara dayanamayacağım, sanırım bu soğuk algınlığı değil…
Üçüncü Gün: Dünkü dayanılmaz ağrı ve iğne batmalarına ek olarak bugün ishal eklendi. Dün yediğim bir parça ekmek ve peynir de bu sabah vücudumu şiddetli bir karın ve yumurtalık ağrısı ile terk etti. Bugün de dünden farksız olarak çok halsizdim. Gün içinde ağrılarımı azaltmak amacıyla yaptığım kaynar su banyolarından dolayı cildim hem kıpkırmızı oldu hem de pul pul dökülmeye başladı. Tüm gün boyunca sadece birkaç kaşık çorba içebildim çünkü hem halsizlik hem de gözümde ağrıya neden olan ışıktan dolayı yatak odasından çıkamadım. Vücudum öyle yanıyor ve terliyordu ki bugün dünden farklı olarak canım ilk kez soğuk bir şeyler yemek istedi. Buzdolabında buz gibi, hafif yumuşak, sulu bir şeftali buldum; sanki hayatımda yediğim en güzel şeydi!
Akşam beş civarı Cem’in test sonucun pozitif olduğunu öğrenmemizle birlikte, soluğu ben de hastanede aldım. Bundan sonrasını yarın anlatacağım çünkü bilgisayarın ışığını tamamen kapatsam bile gözlerim çok ağrıyor, daha fazla yazamayacağım.
Dördüncü Gün: ‘Lütfen biri şu gözlerimi kaşık ile çıkartsın ve göz çukurlarımdaki, başımdaki bu tahammül edilemez ağrı rahatlasın!’ Ben böyle bir göz, alın ve ense kökü ağrısı ömrümde yaşamadım. Çok şiddetli ağrılar için Endonezya’da kullanılan bir solüsyon vardı: Minyak Argın Cap Kapak. Bundan iki sene önce almış fakat (şükürler olsun ki) hiç kullanmaya ihtiyaç duymamıştım. Bugün aklıma geldi ve yarım saatte bir alnımı, kaşlarımın ortasını ve ensemi bu takviye ilaç ile ovdum. Sıcak banyo sonrası bu masaj çok iyi geldi, günün ortalarına doğru biraz olsun rahatladım.
İshalime ek olarak, anlamadığım bir şekilde her şey kokmaya başladı bugün bana. Hiçbir şey yiyemedim hem kokudan hem de halsizlikten. İkinci kaşık salatayı yerken ellerim titredi ve yorgunluktan yemeği bırakıp, yatağa geri dönmek zorunda kaldım. Zaten bugün yataktan sıcak banyo ve tuvalet ihtiyacı dışında neredeyse hiç çıkamadım. Cildimdeki pullanma ve kızarıklıklar çoğaldı, Bepanthen sürüyorum ama sonuç pek olumlu değil ne yazık ki…
Ek olarak, dün yaptırdığım COVID testinin sonucu hala çıkmadı. Dün Cem pozitif çıktıktan sonra hemen eve geldi ve birlikte Tobb Etü Hastanesi’ne gittik. Doktorun yönlendirmesi ile COVID testi yapıldı, kan verdim ve akciğer tomografim çekildi. Dürüst olmam gerekirse, COVID testinin öyle abartıldığı gibi olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Burnumun sağ tarafından içine doğru sokulan bir çubuk ile nazofarengeal sürüntü (PCR) örneği alındı. Testin yapılması birkaç saniye sürdü ve sadece biraz öksürttü, o kadar. Burnumu açıkta bırakıp, ağzımda maske varken yapıldı zaten öksürük nedenli. Testin sonucunun 3-4 günde çıkacağı ve e-devlet ya da e-nabız uygulaması üzerinden bakılabileceği bilgisini paylaştı doktor. Onun dışında kan testi ve tomografi sonucum hemen çıktı. Zaten her iki test sonucunu da değerlendirdikten ve ilaçlarımızı verdikten sonra hastaneden çıkış yapmamıza izin verdiler. Hemogram test sonucum genel olarak normal değerlerde iken, sadece monosit olması gerekenden yüksek çıktı. (Olması gereken aralık 2,5-10 iken; benim 15,1%) Bu da zaten vücudun enfeksiyon, iltihap veya kanser gibi anormal bir sorunla mücadele ettiği anlamına geliyormuş. Başka bir değişle, monositlerin bazı problemler yüzünden beklendiği gibi yüksek verimle veya tam fonksiyonlu çalışamadığı demekmiş. Ek olarak, benim akciğer tomografim temiz çıkarken, Cem’in sağ akciğerinde iki küçük leke gözlemlendi. İlk duyduğumda aklım çıksa da çok önemli olmadığını söyledikleri için biraz olsun rahatladım. Bu leke için bana verdikleri ilaçlara ek olarak, Cem’e iğne ile bir doz clexane yaptılar, ben yırttım. 😉
Aylardır pandemi nedenli hastaneye gitmiyordum. İlk gözlemim, sağlık çalışanlarının çok tedirgin olduğuna dair. (Sonuna kadar haklılar.) COVID şüphesi olan hastaların hastanede olduğu süre boyunca tek başına gezmesine izin vermediler, acil serviste tüm hastaları odalarında perdeleri kapalı olarak beklettiler. Benim gözlemlediğim kadarıyla, hastaya yaptıkları her bir işlemde maske ve eldiven değiştirdiler. Örnek vermek gerekirse, aynı hastaya hem kan tahlili hem de enjeksiyon ile ilaç uyguladığında; iki işlem arasında eldiven ve maskesini değiştiren hemşire gördüm. Bizim odamıza girmeden önce ellerimizi dezenfekte ettirdiler ve iletişim kurarken özel kıyafetleri ile hep uzağımızda konumlandılar.
İlaçlarımızı hastanede teslim aldıktan ve nasıl kullanılacağı / dozları hakkında detaylı bilgi paylaşıldıktan sonra saat sekiz civarı hastaneden ayrıldık. Karantina döneminde olduğumuz süre boyunca her gün alacağımız ilaçları ve vitaminleri bilgilendirme amaçlı aşağıda paylaşıyorum. Evet doğru görüyorsunuz, günde 24 adet ilaç aldık!
*Sabah 8, akşam 8 Favimol 200mg (İkinci gün sonunda doz 3’ye indi)
*Sabah 1, akşam 1 Plaquenil 200mg (Sadece iki gün kullanıldı.)
*1 Coraspirin 100mg
*1 Dexday 50mg
*1 Maxdefend (C vitamin, Çinko, D vitamin)
*2 Solgar V2000
*Gece yatmadan burun tıkanıklığı için 1 Katarin Fort
(Lütfen doktorunuza danışmadan herhangi bir ilaç kullanımı yapmayınız.)
İlaçların ilk dozunu aldıktan sonra, yorgunluğun da etkisi ile yatağa erken girdim. Fakat uyumadan göğüs kafesimde bir rahatsızlık, ağırlık hissettim. Muhtemelen psikolojikti çünkü sanki göğüs kafesimin üstüne biri oturuyordu ve nefes alamadım. Bahçeye çıktım, uzun uzun nefes aldım / verdim. Nefes darlığı gibi değil de ruh sıkıntısı gibi bir ağrıydı bu. Korkmasın diye Cem’e söylemedim, helak oldu canım benim…
Beşinci Gün: 14 gün boyunca karantinada, evdeyiz! Hug mutluluktan öldü, tüm gün bir sağa yattı, bir sola! Tek derdi beni daha çok sevin, ikiniz aynı anda sevin, çok sevin, hep sevin. 🐾
Cem çok üzgün, ilk semptomlar onda başladığı için hastaneden kaptığını ve bana bulaştırdığını düşünüyor. Bugün biraz daha iyi hissediyorum kendimi; ilk kez bahçeye çıktım ve oturabildim mesela, güneş çok güzeldi! Işık rahatsız etmedi günlerdir ilk kez, sırtımı sıcak güneşe döndüm ve ısınma hissi yine ağrılarıma çok iyi geldi. Çok rahatlıkla diyebilirim ki bu hastalığın ilacı kesinlikle sıcak! Ayrıca ilk kez yemek yiyebildim bugün. Yerken yine çok halsiz ve yorgundum ama en azından günler sonra mideme doğru düzgün ev yemeği girdi.
Yemek yapmayı geçtim, ayağa kalkacak halde olmadığımız için bu görevi canımın içi ablam Bengi ve Cem’in dünya güzeli kardeşi Seray üstlendi. Bu kadar tatlı olamazlardı gerçekten… Her ikisi de dönüşümlü olarak, çorbasından salatasına, ana yemeğinden tatlısına faydalı olabilecek, sağlıklı anne yemeği taşıdı bize. Ne çok şükür edecek şeyimiz var hayatımızda! 🖤
Yeni diziye başladık; artık baş ve sırt ağrım hafiflediği için yataktan çıktım ve salonda oturabildim günler sonra. Bugün iyiydim, iyileştiğimi hissediyorum. Şükür.
Altıncı Gün: ÖLÜYORUM! Tüm gün elimi, kolumu oynatacak halim, mecalim olmadı. Yataktan çıkamadım yine. Neden olduğunu anlamadığım bir şekilde dayanılmaz bir ağrı ve kramp başladı sağ yumurtalığımda. Böyle bir semptom var mı diye akademik makale okudu Cem ama bulamadık. Bu arada, test sonucum resmen belli oldu: Pozitifim. Bu ağrı ve halsizlik nasıl kelimelere dökülür bilmiyorum. İnsan yatak odasından tuvalete kadar giderken yorulur mu ya da Hug’u ikinci tarayışında elleri titrer ve bırakmak zorunda kalır mı? Hug bariz bir şekilde hissediyor ağrı dönemlerimi ve ne zaman şiddeti artsa yanıma yatıp, patisi ile seviyor beni. Dünya güzeli, merhametli oğlum benim! Bugün daha fazla yazamayacağım, çünkü sağ yumurtalığımın ağrısından yatakta dahi oturamıyorum.
Yedinci Gün: Bu pandemi dönemi Türkiye’de de başladığında Eva Green ve Ewan McGregor’un çok sevdiğim bir filmini tekrar izlemiştim: Perfect Sence (2011). Filmin konusu özetle; dünya üzerinde nedeni bulunamayan bir virüs baş gösterir ve insanlar tek tek beş duyusunu kaybetmeye başlar. Yıllar önce izlediğimde bu kadar etkilenmemiştim fakat artık bunun gerçek olabileceğini biliyorum.
Ben bugün tat ve koku duyularımı kaybettim! Kulağa inanılmaz gibi gelse de tüm gün boyunca ne herhangi bir kokuyu ne de yediğim herhangi bir şeyin tadını alabildim.. Örnek vermek gerekirse gözlerimi kapatıp bir parça kavun attım ağzıma ve çiğnerken şunu söyledim: ‘Ağzımda köşeli ve soğuk bir şey var.’ Böyle bir şeyi yaşadığıma kendim bile inanamıyorum gerçekten. Zaten hastalığım boyunca iştahım yok denecek kadar azdı, artık yediklerimin tadı ve kokusu da yok.
Tüm gün yine çok halsizdim, sabah uyanıp küçük bir kahvaltı yaptıktan sonra koltuğa uzandım ve sadece tuvalet için kalkabildim. Göz ve baş ağrım geçtiği için bugün yeni bir kitaba başladım: Ben, Kirke. Çok güzel bir anlatım, bayıldım! Bir ölümsüzün dahi acıları, korkuları olduğunu okumak çok garip geldi bana. Bir tanrıçanın bile yaralarının olması ve böylesine naif anlatılması çok hoşuma gitti.
Sağ yumurtalığımın ağrısı ve ishalim hala devam. Gece uyurken dört kere tuvalete kalktım, ne yesem anında tuvaletteydim. Cem bugün ilk kez nefes darlığı yaşadı, ‘Göğsümün üzerinde bir ağırlık varmış gibi’ olarak betimledi ağrısını. Sonra çok garip bir şey oldu: Akşam koltukta dizi izlerken bir anda bana baktı ve ‘Burcu, şu an geçti!’ dedi. Değişik bir hastalık bu, semptomlarını anlık ve çok belirgin hissedebiliyorsunuz.
Hastalık psikolojisinden ve evde tüm gün yatmaktan sıkıldık, Hug ile oynamak için bahçeye çıktık. Hug’a top atarken, Cem bir anda duvar ile tenis oynamaya başladı. Tenis dediysem, duvara top atma; zira raketi yok ama eli var! Bir baktım elini raket gibi kullanarak duvarda gelişine vuruyor; kıskandım, ben de koştum yanına, duvara karşı eşli tenis (!) oynadık🙃 Nasıl güldük anlatamam. Malum günlerdir hep bir hastalık havası ve sohbeti hakimdi hayatımızda. Çok iyi geldi! Şımardık dediysem ancak 3-4 vuruş. Benim hemen bacaklarım titredi ve geri koltuğa oturdum. Hug, ikimizde yanında olduğu için mutlu ama dışarıya gezmeye çıkamadığı için bugün ilk kez sıkılma emareleri göstermeye başladı. Bu çocuk 14 gün hiç dışarı çıkmadan nasıl dayanacak bilemiyorum.
Sekizinci Gün: Mevcut halsizlik, tat ve koku alamama, ishale ek olarak bugün ilk kez oksijen açlığı başladı. Sanki biri var gücü ile göğsümün üzerine bastırıyor gibi hissettim. Derin derin nefes alma ihtiyacı oldu tüm gün. Zaten halsiz olduğum için yataktan / koltuktan kalkamazken, gün içinde daha da yorgun hissettirdi bu oksijen açlığı. Evin içinde iki adım attığımda dahi nefesim daraldı ara ara.
Sıcak su, eklem ve kas ağrılarıma iyi geldiği için her gün birkaç kere banyoya giriyordum fakat hiçbiri yıkanma gibi değildi. Sıcağı sonuna kadar açıp, duş başlığının altında oturma şeklindeydi. Fakat bugün kendimi zorlayarak, günler sonra ilk kez şampuan ve sabunla banyo yaptım. Çok sıkıldım hasta psikolojisinden artık. Ne yazık ki banyodan sonra çok halsizleştim ve yürüyemedim. Cem kucakladı, koltuğa taşıdı beni.
Düşündüm de ya ben Ankara’ya taşınmamış olsaydım? Ya bu hastalığa İstanbul’da tek başıma yaşadığım dönemde yakalanmış olsaydım? Hem fiziksel hem de psikolojik süreçlerini düşünmek dahi istemiyorum. Korkmamaları için anne ve babamız başta olmak üzere kimseye söylemesek de bilen birkaç kişinin desteği dahi yetti bu dönemi kolay ve mutlu atlatmamıza. Yemek getiren, istisnasız her gün arayan, market alışverişi yapan ailelerimiz ve dostlarımız yanımızdaydı hep. Suyumuzu bile Seray ve ablam evimizin önüne bıraktı, biz onlarla temas etmeden aldık; sonra da pencerenin arkasından hem iyi olduğumuzu gösterdik hem de hasret giderdik. Şöyle özetleyim: Evimiz ev olalı, böyle bir buzdolabı doluluğu görmedi! Ne yiyeceğimizi şaşırdık gerçekten.
Biraz da evin temizlik ve dezenfekte süreçlerinden bahsedeyim. Sokak kapımızı test yaptırdığımız gün kilitledik ve bir daha hiç açmadık. Öyle ki herhangi birine bulaşır diye kapıcıya çöpümüzü bile vermedik. Kendi çöpümüzü birkaç gün bahçede biriktirdik ve gece kimsenin olmadığı saate konteynera kendimiz attık. Bu hastalığın ana düşmanı temizlik. ‘Ev temiz olursa virüs yayılımı azalır’ bilgisi ile paralel; Cem, her gün evi süpürdü ve parkeleri çamaşır suyu ile sildi. Yine her gün yatak çarşaflarını ve havluları değiştirdi, yüksek derecede yıkadı. Belirli saat aralıklarında evin tüm camlarını açtı ve odaları havalandırdı. Ek olarak, sonuçlarımız çıkar çıkmaz banyolarımızı ayırdık ve hastalık dönemi boyunca birbirimizin banyosuna hiç girmedik. Yemek yerken salata dahil her şeyi kendi tabağımıza aldık ve birbirimizin yediği şeye çatalımızı dokundurmadık. Corona’nın şiddetini belirleyen önemli faktörlerden biri de bireyin virüs yükü olduğu için bu konuya azami dikkat ve özen gösterdik.
Tüm bunlar iyiye gitmemize ve hızlı toparlanmamıza neden oldu diye yorumlasam yanlış olmaz sanırım. Zira bugün sekizinci gün ve ağrılarım geçmeye başladı. Sabit bir halsizlik, sağ yumurtalığımda ağrı ve oksijen açlığı dışında şikayetlerim azaldı. Cem bugün spor bile yaptı. Evde bisiklete bindi! Tabii ben büyümüş gözlerle onu seyrettim çünkü hala yemek yerken yoruluyor ve yarım bırakıyorum. Ailenin sağlamı kim, çürük yumurtası kim artık iyice belli oldu. 😆
Dokuzuncu Gün: Hug hastalandı. Çok halsiz, ateşi çıktı, kustu ve ishal oldu. Genel bilgi köpeklerin COVID virüsünden etkilenmediği yönünde olsa da, yaptığımız akademik araştırmalarda Çin’de bu virüse yakalanan bir köpek olduğunu öğrendik. İyice korktuk ve veterinerini aradık. O da ‘Kesinlikle bulaşmaz diyemem, kanıtlanmış bir veri yok.’ diyince, apar topar Hug’a da veterinerin söylediği ilaçlara başladık. Çok canım sıkkın, daha fazla yazmak istemiyorum, bu akşamı Hug’a sarılarak geçireceğim.
Onuncu Gün: Artık yemek yiyebiliyorum fakat sanırım aldığım ilaçlardan dolayı; inanılmaz uykum var. Sabah uyandım, kahvaltı yaptım ve geri uyudum. Uyandığımda saat öğleden sonra dörttü. Neredeyse tüm günü uyuyarak geçirdim. Şimdi yemek yiyecek ve yine uyuyacağım; gözümü açamıyorum. Bugünü hayatımda yaşanmamış sayıyorum.
On Birinci Gün: Sırt ve eklem ağrılarım azaldı, oksijen açlığım bitti, iştahım yerine geldi ve her şeyden önemlisi moralim iyi. Sadece halsizliğim ve tat & koku eksikliğim devam. Bugün Ankara’ya ilk yağmur yağdı ve ben yağmurluğumu giyip bahçede sırılsıklam olana kadar ıslandım! Ah, nasıl da seviyorum yaşamayı..🎈
Hug iyileşti, yine her şeye gülmeye başladı; Cem iyi, spora devam; ben iyi. Ailece atlattık herhalde bu illeti biz.
On İkinci Gün: Hastalığın ilk gününden beri ilk kez bugün ağrıdan ağladım. Bir gün çok iyi iken, ertesi gün dayanılmaz ağrılar tekrar baş gösteriyor. Hatta bu döngü, gün içinde bile bu şekilde seyir edebiliyor. Dün her şey çok iyiydi fakat bugün sırt, omuz ve yumurtalık ağrım dayanılmaz derecede arttı! Sırtımın ağrısından yatakta sola, sağa dönemedim. Sırt üstü yattığımda ise sanki milyonlarca iğne üzerindeymişim gibi canım acıdı. Eğilmekte dahi zorluk yaşadım. Halsizlikten yürüyemedim, Cem beni sıcak suya soktu ve masaj yaptı yine.
Öğleden sonra azaldı ağrılarım. Sanki sabah ağrıdan kıvranan ben değilmişim gibi, öğleden sonra sakince yatabildim. Bu hastalık döneminde genel kültürüm arttı desem yanlış olmaz. Gözümü açabildiğim her gün koltuk ya da yatakta yayılıp belgesel izledim. Dinler tarihi, dünya siyasi tarihi, merak ettiğim kişilerin biyografileri, henüz görme şansımın olmadığı ülkelerin gezileri ve müze anlatımları… Dünyada bilmediğim ne çok şey varmış, bu dönemi bile bir şeyler öğrenerek geçirmeye bayıldım!
Bugün pizza sipariş ettik; çok güzeldi, nasıl özlemişim. Mutluyum, uyuyabiliyorum, ağrılarım da azaldı. Şükür!
On Üçüncü Gün: Bugün bloğumu aktif hale getirdim ve instagram’da duyurdum! Nasıl heyecanlandım anlatamam. Tüm gün öyle saçma sapan her şeye gülüp durdum ki Cem baya eğlendi benimle. Dışarıdan baklava sipariş ettik, bir kadeh kırmızı şarap ile açık havada bloğumu kutladık. Nasılsa deliye her gün bayram!
Hastalığımızın seyri iyi; Cem ve Hug eski sağlıklarına kavuştular, ben de hala biraz halsizlik devam. Ama temizlik işlerini tek bir cümle ile Cem bana devretti bugün: ‘İyisin iyi, hadi bakalım!’
Şu an saat gece on bir ve benim aklımda tek bir soru var: Bloğuma kaç kişi baktı acaba? 🤩
On Dördüncü Gün: Karantina bitti. Genel hatları ile iyiyiz. Yarın Cem işe başlıyor. Kan testi yaptırıp, antikor seviyemize yani bu hastalığa karşı bağışıklık geliştirip geliştirmediğimize bakacağız gelecek için. Hemen COVID testi yaptırmayacağız çünkü bulaşıcılık +15 gün daha devam ediyormuş. Cem maske ile çalışmak zorunda olsa da, en azından ben Hug’ı gezdirmek hariç evden çıkmayacağım çünkü birine bulaştırma ve benim yaşadığım ağrıları yaşamasına vesile olma düşüncesini çok ürkütücü buluyorum.
Ne yazık ki bu hastalıktan dolayı hayatını kaybedenleri üzüntü ile okuduk; vefat edenlere rahmet, ailelerine de sabır diliyorum. Bazı günler benzer korkulara kapılsam da sağlıkla ve kalıcı hasarsız atlattığımıza şükür ediyorum. Ben ilk zamanlar soğuk algınlığı zannettiğim için sanırım biraz zaman kaybettim. O nedenle, Prof. Dr. Mustafa Özdoğan’ın internet sitesinde denk geldiğim bir tanı ayırıcısını sizinle de paylaşmak istiyorum. Hasta birine, erken teşhiste sadece bir gün bile faydam olabilirse ne mutlu bana!

Böyle uzun bir yazıyı okuma sabrı gösteren herkese çok teşekkür ederim. Nacizane önerim lütfen bu virüsü hafife almayın; mümkünse evinizden çıkmayın, illa zorunlu iseniz de maske ve dezenfektan olmadan adımınızı dışarı atmayın. Yakından tanıyan arkadaşlarım bilir ki geçmişte başka hastalıklar da atlattım fakat böyle ağrılı geçen bir süreç inanın hatırlamıyorum. Daha önce geçirdiğim hiçbir hastalığa benzemiyor bu corona, bir gün çok iyi iken ertesi gün kendimi duvarlara vuracak kadar ağrım vardı. Hatta gün içinde anlık geçişler bile söz konusuydu.
Dilerim ki ne siz ne sevdikleriniz bu süreçlerin hiçbiri yaşamadan hayatımız eskiye dönmüş olur. Zira ailece uzun sofralar kurduğumuz; neşe içinde sevdiklerimize doya doya sarılıp, öpüştüğümüz; işlerimizin normale döndüğü günleri çok özledik.
Yarın günler sonra ilk defa Hug ile birlikte sokağa adımımı atacağım. Bakkala, mantıcı teyzeye, parkı sulayan ağabeye yine ‘Merhaba!’ diyeceğim. Böylesine rutin ve basit şeyleri düşündüğümde bile içim içime sığmıyor; bu kısacık dönemde bile hayata karışmayı çok özledim.
Herkese sağlıklı bir ömür diliyor ve biraz halsiz, azıcık virüslü ama çok sevgi dolu olarak bu yazıyı okuyan herkesi kucaklıyorum! 🖤
Maskesiz öpüşeceğimiz günlerin hayaliyle!
Eylül 2020, Ankara
Görsel: Mina Pourjalali