
Küçük Şarkıcı
Sabah erkenden çıktıkları evlerine, hastaneden hava kararırken gelebildiler. Arabalarını, binanın geniş otoparkında kendi dairelerine ait alana park ettikten sonra, ailece yavaş adımlarla asansöre yürüdüler. Babası çökük omuzları ve yaşlanmış gözleri ile evlerinin kapısını açtı, eşi ve kızının içeri girmesine nazikçe yardımcı oldu. Otoparktan eve kadarki 50 adımlık mesafe boyunca halsiz kızının koluna giren ve neredeyse onu yürüten anne, yavaşça kızını kapının girişindeki tabureye oturttu. Kendi de kısa bir soluk verdikten sonra, eğildiğinde midesi bulandığından kendi ayakkabısını çıkartamayan kızına yardım etmeye koyuldu.
Küçük kız yorgunluktan tüm ağırlığını yuvarlak, tahta, arkalıklı tabureye bıraktı ve derisi beyaz, ipleri pembe spor ayakkabılarını annesine doğru uzattı. Artık bıkmıştı; evde annesinin sessiz ağlamalarından, okulda öğretmeninin kendisine üzülerek bakmasından, arkadaşları ile oynayamamaktan bıkmıştı. Bağcıkları gevşetilebilmiş ayakkabılarını isyan edercesine evin girişine fırlattı ve minik bedenini duvara yaslayarak odasına yürüdü. Annesinin ‘Karnın aç mı canım?’ sorusuna yanıt bile vermeden, odasının kapısını sertçe kapattı. Koridorda tek başına kalan ve küçük kızının arkasından hüzünle bakan annesi, ‘Yine zor ve yorucu bir kemoterapi seansı oldu.’ diye düşündü. Odada tek başına kalır kalmaz kendisini mavi pelüş örtülü yatağına bırakan kız da tıpkı annesinin o an aklından geçen şey gibi hissediyordu: Yorulmuş, bıkkın ve umutsuz.
Topu topu 10 yıl önce ilk nefesini almıştı bu hayatta ama son 1,5 yılı neredeyse tamamen hastanelerin onkoloji birimlerinde geçmişti. Bu süreçte ne doğru düzgün okula gidebilmiş ne de çok sevdiği mahalle arkadaşları ile -eskiden olduğu gibi- babası eve gelip, annesi balkondan yarı kızgın yarı gülerek kendisini çağırana kadar oynayabilmişti. Ailesi aylarca bir doktordan, başka bir doktora çare aramış, bu nedenle de zayıf bedeni her seferinde sayısız testlere maruz kalmıştı. Bunları düşündükçe içine bir karamsarlık çöktü küçük kızın. Gerçi düşünmediği an da yok gibiydi artık. Evde aile arasında sadece bu konu konuşuluyor, her seferinde de anne ve babasının gözyaşları ile son buluyordu.
Tüm bunlar aklındayken, hafifçe yatakta doğruldu ve uzun kollu, enine siyah – beyaz çizgileri olan bluzunu kokladı. Anında yüzü ekşidi; hastanenin yine o lanet hijyen ve ilaç karışımı kokusu kıyafetlerine, cildine sinmişti. Tüm halsizliğine rağmen, kalan son gücünü de toplayıp; nefret ettiği bu kokudan kurtulmak için banyoya yöneldi.
Banyo bataryasını en sola çevirdi ve su dayanabileceği kadar sıcak olduğunda, kolu yukarı kaldırdı. Kaynar ve tazyikli su, duş başlığından akmaya başlayınca bembeyaz bedenini ve iğne izinden morarmış kollarını suyun altına bıraktı. Tam buram buram anneannesi kokan beyaz Hacı Şakir sabun ile vücudunu keselercesine yıkamaya başlamıştı ki yan dairedeki kendi yaşıtı erkek çocuğun sesini duydu. Sabunlanmayı bırakıp, hemen kulak kesildi. Çünkü komşusu bir yandan en sevdiği şarkıcıyı kasetten dinlerken, diğer yandan neşe içinde şarkıya eşlik ediyordu! Bina eski olduğu için yıllardır ev sakinleri birbirinin konuşmasını, sesini duyar; bu konuyla ilgili de birbirlerine takılırdı.
Hem sıcacık suyun bedenini sarmalaması hem beyaz sabunun mis kokusu hem de çok sevdiği şarkının etkisi ile küçük kız yavaş yavaş ağrılarını unuttu ve o da gücü yettiğince şarkıya (ve komşu oğlana) eşlik etmeye başladı. Küçük kız bir yandan dökülmeye direnen saçlarını nazikçe sabunluyor diğer yandan da şarkı ile birlikte narin bedenini minik minik kıvırıyordu. İki evin karanlık ve kömür kokan apartman boşluğuna bakan banyoları arasında sevimli bir düet başlamıştı neredeyse!
Şarkı bitti, kız duştan çıktı. Buhar içindeki banyoda, annesinin doğum günü hediyesi olarak aldığı yeşil, kapüşonlu havlu bornozundan sağ kolunu soktu. Tam diğer kolunu da geçiriyordu ki annesinin çamaşır makinesinin üstünde duran, içi envai çeşit tarak ve saç fırçası ile dolu kırmızı, hasır kutusuna gözü takıldı.
O kadar tarağın içinde mikrofona en çok benzeyeni (hem sapı hem de fırça kısmı siyah olan) kapıverdi ve banyo aynasının karşısında dudaklarını büzerek şarkının nakaratına kendi yorumu ile devam etti. Kemoterapiden henüz birkaç saat önce çıkmış ve eve geldiğinde kendini yorgun, bıkkın ve umutsuz hisseden küçük kız; şu an boyunun yetmediği banyo aynasının önünde, üstünde annesinin doğum günü hediyesi olarak aldığı yeşil bornozu, elinde annesinin siyah saç fırçası ile bir yandan dans ederken, diğer yandan da kendini izleyen görünmez dinleyicilerine coşkulu bir konser verdi.
Artık kendi şarkısı da bitmişti ve iyice yorulmuştu. Ama konser alkışsız olmaz diye düşündü ve banyoda etrafına bakındı. Küçük bir adımda klozetin yakınına gelip, minik avcuyla basıverdi sifona! Sifon tüm gücü ile gürül gürül alkışladı küçük şarkıcıyı. O da klozetin önünde yerlere kadar eğilerek selam verdi dinleyicilerin coşkusuna. Bir çırpıda aynaya tekrar döndü, yine dudaklarını büzerek kendisine de kocaman bir öpücük attı ve banyo kapısını açıp, annesine seslendi. ‘Kurt gibi açım canım anneciğim, yemekte ne var?’
Yılın ilk pazar günü, Ankara
Küçük kızın kalbini iyileştiren bu neşeli şarkının, sizin ruhunuza da iyi gelmesi niyetiyle! 💫
Rampi rampiiiii, maşallah 🤩